Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile Kültür ve Turizm Bakanı Mehmet Nuri Ersoy, Atatürk Kültür Merkezi’nde “Bir Şiir, Bir Hayat: Zindandan Mehmed’e Mektup” sergisinin açılışına katılarak, Necip Fazıl Kısakürek’in kaleme aldığı “Reis Bey” oyununu seyrettiler.
Bakan Ersoy, sergiyi gezdikten sonra yaptığı konuşmada Kısakürek’in, Türk şiirinin ve düşünce hayatının çok kıymetli isimlerinden biri olduğunu belirterek, şairin daha iyi anlaşılmasına imkan sağlayacak sergiye katıldığı için duyduğu memnuniyeti dile getirdi.
Necip Fazıl Kısakürek ile ilgili birçok toplantıya katıldığını kaydeden Ersoy, “Onunla ilgili söylenen çok özel kelimeler duydum. Hayatına, şiirine, düşüncesine dair etkileyici anekdotlar dinledim. Onun sınırları aşan, herhangi bir kalıba sığmayan, coşkusunu bir an olsun kaybetmeyen duruşu, her daim muhatabında heyecan oluşturmaktadır. Bugünkü sergide de aynı heyecanı duyduğumu sizlerle paylaşmak istiyorum.” dedi.
Bakan Ersoy, Kısakürek’in şiirleriyle ve ortaya koyduğu eserleriyle de Türk düşünce dünyasını etkileyen önemli isimlerden biri olduğunu vurguladı.
Sergiye ve tiyatro gösterimine kültür sanat alanından çok sayıda önemli isim katıldı. Açılışın ardından Ankara Devlet Tiyatrosu sanatçıları tarafından, Necip Fazıl Kısakürek’in “Reis Bey” eseri sahnelendi.
Aynı zamanda tiyatro gösterimi öncesi Necip Fazıl Kısakürek Kültür ve Araştırma Vakfı Yönetim Kurulu Başkanı Şeyma Kısakürek Sönmezocak, Necip Fazıl Kısakürek’i ve hayatını anlattı.
* * *
Türk Edebiyatının şair, hikâye, piyes yazarı, gazeteci ve fikir adamıdır.
1904 yılında İstanbul’da doğdu.
Gedikpaşa’da önce Fransız, sonra Amerikan mektebi, Büyükdere Emin Efendi mahalle mektebi, Büyük Reşid Paşa Numune, Vaniköy Rehber-i İttihad mekteplerinde okuduktan sonra Heybeliada Numune Mektebinden mezun oldu. Heybeliada Bahriye Mektebine kaydoldu. 1921’de İstanbul Dârülfünun Felsefe Bölümüne yazıldı, buradaki öğrenimini tamamlayamadan devlet bursu ile felsefe tahsili için Paris’e Sorbonne Üniversitesine gitti.
Türkiye’ye dönüşünde İstanbul ve Anadolu’da bazı bankalarda memuriyet ve müfettişlik yaptı. Bir Fransız mektebinde, Ankara Devlet Konservatuvarında, İstanbul Güzel Sanatlar Akademisinde ve Robert Kolej’de çeşitli dersler okuttu. 1942’den itibaren memuriyeti bırakıp tamamen yayın hayatına başladı.
İlk şiirleri 1922’de Yeni Mecmua’da yayımlandı. Kaldırımlar adlı şiir kitabıyla büyük ilgi gördüğü için “Kaldırımlar Şairi” olarak anıldı.
Milli Mecmua, Hayat ve Varlık dergilerinde şiirleri yayımlandı. 1929-1936 yılları arasında Ağaç dergisini yayımladı. 1943-1978 yılları arasında
Büyük Doğu dergisinin ve Büyük Doğu yayınlarının sahibi ve yazarı olarak çalıştı. Son Posta, Yeni İstanbul, Babıali’de Sabah, Bugün, Milli Gazete, Hergün ve Tercüman gazetelerinde yazıları yayımlandı.
Şiir kitaplarının yanı sıra tiyatro, hikâye, roman, hatıra, din-tasavvuf, deneme, fıkra, siyasî-tarihî inceleme türü eserleri de bulunmaktadır.
Sanatkârlığının yanı sıra siyasî ve fikrî yazılarıyla yaygın bir şöhret kazanan Necip Fazıl, 1930’lu yıllarda düşünce ve fikir hayatında büyük değişim yaşadı ve bu değişimi eserlerine yansıttı. 25 Mayıs 1983 tarihinde İstanbul’da vefat etti.
SAKARYA TÜRKÜSÜ İnsan bu, su misali, kıvrım kıvrım akar ya; Bir yanda akan benim, öbür yanda Sakarya. Su iner yokuşlardan, hep basamak basamak; Benimse alın yazım, yokuşlarda susamak. Her şey akar, su, tarih, yıldız, insan ve fikir; Oluklar çift; birinden nur akar; birinden kir. Akışta demetlenmiş, büyük, küçük, kâinat; Şu çıkan buluta bak, bu inen suya inat! Fakat Sakarya başka, yokuş mu çıkıyor ne, Kurşundan bir yük binmiş, köpükten gövdesine; Çatlıyor, yırtınıyor yokuşu sökmek için. Hey Sakarya, kim demiş suya vurulmaz perçin? Rabbim isterse, sular büklüm büklüm burulur, Sırtına Sakaryanın, Türk tarihi vurulur. Eyvah, eyvah, Sakaryam, sana mı düştü bu yük? Bu dâva hor, bu dâva öksüz, bu dâva büyük!.. Ne ağır imtihandır, başındaki, Sakarya! Binbir başlı kartalı nasıl taşır kanarya? İnsandır sanıyordum mukaddes yüke hamal. Hamallık ki, sonunda, ne rütbe var, ne de mal, Yalnız acı bir lokma, zehirle pişmiş aştan; Ve ayrılık, anneden, vatandan, arkadaştan. Şimdi dövün Sakarya, dövünmek vakti bu ân; Kehkeşanlara kaçmış eski güneşleri an! Hani Yunus Emre ki, kıyında geziyordu; Hani ardına çil çil kubbeler serpen ordu? Nerede kardeşlerin, cömert Nil, yeşil Tuna; Giden şanlı akıncı, ne gün döner yurduna? Mermerlerin nabzında hâlâ çarpar mı tekbir? Bulur mu deli rüzgâr o sedayı: Allah bir! Bütün bunlar sendedir, bu girift bilmeceler; Sakarya, kandillere katran döktü geceler. Vicdan azabına eş, kayna kayna Sakarya, Öz yurdunda garipsin, öz vatanında parya! İnsan üç beş damla kan, ırmak üç beş damla su; Bir hayata çattık ki, hayata kurmuş pusu. Geldi ölümlü yalan, gitti ölümsüz gerçek; Siz, hayat süren leşler, sizi kim diriltecek? Kafdağını assalar, belki çeker de bir kıl! Bu ifritten sualin, kılını çekmez akıl! Sakarya; sâf çocuğu, mâsum Anadolu'nun, Divanesi ikimiz kaldık Allah yolunun! Sen ve ben, gözyaşiyle ıslanmış hamurdanız; Rengimize baksınlar, kandan ve çamurdanız! Akrebin kıskacında yoğurmuş bizi kader; Aldırma, böyle gelmiş, bu dünya böyle gider! Bana kefendir yatak, sana tabuttur havuz; Sen kıvrıl, ben gideyim, Son Peygamber Kılavuz! Yol onun, varlık onun, gerisi hep angarya; Yüzüstü çok süründün, ayağa kalk, Sakarya!.. ZİNDANDAN MEHMED'E MEKTUP
Zindan iki hece, Mehmed’im lâfta!
Baba katiliyle baban bir safta!
Bir de, geri adam, boynunda yafta…
Hâlimi düşünüp yanma Mehmed’im!
Kavuşmak mı? .. Belki… Daha ölmedim!
Avlu… Bir uzun yol… Tuğla döşeli,
Kırmızı tuğlalar altı köşeli.
Bu yol da tutuktur hapse düşeli…
Git ve gel… Yüz adım… Bin yıllık konak.
Ne ayak dayanır buna ne tırnak…
Bir âlem ki, gökler boru içinde!
Akıl, olmazların zoru içinde.
Üst üste sorular soru içinde:
Düşün mü, konuş mu, sus mu, unut mu?
Buradan insan mı çıkar, tabut mu?
Bir idamlık Ali vardı, asıIdı;
Kaydını düştüIer, mühür basıIdı.
Geçti gitti, birkaç günIük fasıIdı.
Ondan kaIan, boynu bükük ve sefiI;
Bahçeye diktiği üç beş karanfiI…
Müdür bey dert dinIer, bugün ‘maruzât’!
Çatık kaş.. Hükûmet dedikIeri zat…
Beni AIIah tutmuş, kim eder azat?
AnIamaz; yazısız, puIsuz, diIekçem…
AnIamaz; ruhuma geçti biIekçem!
Saat beş dedi mi, bir yırtıcı ziI;
Sayım var, maItada hizaya diziI!
Tek yekûn içinde yazıI ve çiziI!
İnsanIar zindanda birer kemmiyet;
UrbaIarIa kemik, mintanIarIa et.
omurtuş ki bıçak, nâra ki tokat;
Zift doIu gözIerde karanIık kat kat…
YaInız seccâdemin yününde şefkat;
Beni kimsecikIer okşamaz mâdem;
Öp beni aInımdan, sen öp seccâdem!
Çaycı, getir, iIâç kokuIu çaydan!
Dakika düşeIim, seneIik paydan!
Zindanda dakika farksızdır aydan.
Karıştır çayını zaman erisin;
Köpük köpük, duman duman erisin!
PeykeIer, duvara mıhIı peykeIer;
Duvarda, başIardan, yağIı IekeIer,
GömüImüş duvara, baş baş göIgeIer…
Duvar, katiI duvar, yoIumu biçtin!
KanIa doIu sünger… Beynimi içtin!
Sükût… Kıvrım kıvrım uzakIık uzar;
Tek nokta seçemez dünyadan nazar.
Yerinde mi acep, öIü ve mezar?
Yeryüzü boşaIdı, habersiz miyiz?
Güneşe göç var da, kaIan biz miyiz?
Ses demir, su demir ve ekmek demir…
İstersen demirde muhaIi kemir,
Ne geIir ki eIden, kader bu, emir…
Garip pencerecik, küçük, daracık;
Dünyaya kapaIı, AIIaha açık.
Dua, dua, eIIer karıncaIanmış;
YıIdızIar avuçta, gök parçaIanmış.
Gözyaşı bir tarIa, hep yoncaIanmış…
Bir soIuk, bir tütsü, bir uçan buğu;
İpIik ki, incecik, örer boşIuğu.
Ana rahmi zâhir, şu bizim koğuş;
KaranIığında nur, yeniden doğuş…
SesIer duymaktayım: Davran ve boğuş!
Sen bir devsin, yükü ağırdır devin!
KaIk ayağa, dimdik doğruI ve sevin!
Mehmed’im, sevinin, başIar yüksekte!
ÖIsek de sevinin, eve dönsek de!
Sanma bu tekerIek kaIır tümsekte!
Yarın, eIbet bizim, eIbet bizimdir!
Gün doğmuş, gün batmış, ebed bizimdir!